#ben öyle sıradan biri
Explore tagged Tumblr posts
Text
"On dokuz yaşındaydım. Şımarık büyümüştüm." Güldü, başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri yatağının ucundaki bir boşluğu izliyordu. "Yanlış anlama, kimseye zararım yoktu ama hiçbir şey de umrumda değildi. Kendi hâlimde bir gençtim işte. Okumakla yazmakla işim olmazdı. Kısacası, serserinin tekiydim."
Aklında canlandırdıkları yüzüne küçük tebessümler çiziyordu, bense tepkisizdim. Hâlâ anlattıklarının içerisinde annemi arıyordum.
"Bir gün yolda yürüyorum, eve dönüyorum. Bahar aylarındayız, hava çok güzel. Saat beş ya da altı. Her zaman önünden geçtiğim sıradan bir durağın önünden geçeceğim." Durup nefeslendi. "Durağın önünden geçerken onu gördüm, anneni. Üzerinde açık mavi bir elbise, saçları senin saçlarınla aynı renk, açık bırakıp mavi bir bandana takmış. Durakta oturuyor, yanında mavi çantası, elinde bir kitap, gözlerini o kitaptan hiç ayırmıyor."
Tebessümü silinmedi ama çenesi kasıldı.
"Ve ağlıyor. İç çeke çeke ağlıyor hem de, onu öyle görünce etrafıma bakındım önce. Kimse yoktu. Korkmuştum. Ne tepki vereceğimi de bilemedim. Böyle birkaç dakika bekledim, kitabın diğer sayfasına geçti. Yanına gidip gitmemekte kararsızdım. Nihayet birkaç dakika daha bekledikten sonra yavaş yavaş yanına yaklaştım fakat yine bir şey diyemedim. Orada öylece durup beni fark etmesini bekledim."
"Fark etti mi?"
Bana bakıp güldü.
"Sence?"
Sorduğum sorunun ne kadar absürt olduğunu idrak edince ben de güldüm. Önüne döndü ve anlatmaya devam etti.
"Bir süre bekledikten sonra başını kaldırıp bana baktı. Gözleri ağlamaktan kızarmış, üstelik hâlâ ağlamaya devam ediyor ve her şeye rağmen çok güzel."
Sesindeki heyecan bir an için ruhuma dokundu, hâlâ ondan bahsederken heyecanlanacak kadar çok seviyordu annemi. Belki de Aziz Bey'in hayatı boyunca en iyi yapabildiği şey annemi sevmekti.
"Onu görünce donakaldım bir an, bütün serseriliğimi unutup 'Hanımefendi,' dedim. 'İyi misiniz? Neden ağlıyorsunuz?' Tanıdıklardan biri beni öyle görse bir ömür dalga geçerdi." Gülerek başını iki yana salladı. "Annen hiçbir şey demedi, biliyor musun? Gördüğüm en değişik kadındı. Bu dediğim onu gördüğüm ilk an ve onu gördüğüm son an için de geçerli."
Meraklanmıştım, yine de bir şey sormak yerine devam etmesini bekledim.
"Elindeki kitabın son sayfasındaymış, kitabı kapatıp bana uzattı, aldım."
Susunca kaşlarım çatıldı.
"Sonra?"
"Çantasını alıp gitti."
Gülerek, "Ne?" diye sordum. Bunu beklemiyordum.
Dudaklarını sarkıtıp omuz silkti.
"Benim de hayatım boyunca tek bir roman bile okumuşluğum yok. Hiçbir şey anlamadım, kitabı da alıp eve gittim."
"Okudun mu?"
Güldü, "Hayır." diye yanıtladı. "Ertesi gün kitabı alıp aynı saatlerde o durağa gittim, anneni göremedim. Belki gelir diye oturup bekledim. Bir dakika, iki dakika, üç, dört, beş derken canım sıkıldı. Kitabı alıp arka kapağına baktım, sayfalarını karıştırdım. Sonra kitabın ilk sayfasını okurken buldum kendimi. Akşama kadar orada öylece kitaba daldım, bitiremedim tabii. Hava kararınca kalkıp eve gittim. Ertesi gün yine gittim, yine ve yine. Kitabın son sayfalarını okurken o durakta ben de ağladım."
Son cümleyi söylerken sesi titredi, neredeyse ağlayacaktı. Gülümsedim.
"O gün mü geldi annem?"
"Hayır. Ama artık bunu neden yaptığını anlamıştım. Soruma kendi yöntemleriyle cevap vermişti. Kitap bitti ama ben pes etmedim. Her gün gittim oraya, her gün orada onu bekledim. Tam bir ayın sonunda yeniden gördüm onu. Bu sefer üzerindeki sarı elbise ve saçlarındaki sarı bandanasıyla. Çanta aynı çanta, elinde farklı bir kitap."
135 notes
·
View notes
Text
otobüse (İETT) binmeden önce atıştırmalık bişey alayım dedim. fındık, fıstık "katur kutur" olmaz derken aynı reyonda hurma görünce aldım
parkın yanındaki otobüs durağına doğru giderken partktan çıkan 13~15 yaşlarınaki tombalak bir kız da önümde gidiyordu. o durağa girince ben de durağın kenarında bekleyeyim dedim
"ateşin var mı abi" diye sordu. "yok" derken içimden yaşının ufak olmasını sorguladığım için yüzüne baktım, 15'ten büyük gibiydi
BİM poşetinde sadece hurma olduğu için tinerci gibi göründüğümü düşündüm. otobüs gelmeden bikaç tane ağzıma atayım derken duraktaki kıza da ikram etttim "sigara içeceğine al hurma ye" dedim istemedi
sonra otobüs geldi, bindim, sağ ön koltuk boş olunca oraya oturuyordum ki şoföre ayıp olur diye düşündüm. hurma poşetini uzatıp ikram ettim. zaten bana fazlaydı yarısını verdim. gerçi hem çekirdekli olduğu için şoförün yemesi zor hem de elleri yapış yapış oldu adamcağızın. ama memnun olduğu belliydi
2 kişi bindi biri "yetersiz bakiye" uyarısı verince "telefondan yükleyeyim" dedi, şoför "geç yaa boşver" gibisinden kaş göz yaptı
aha dedim "kelebek etkisi mi" yoksa
sonraki durakta şoför duraktan kalkmışken bir adamı gördü durdu kapıyı açtı adam binmedi
bu sefer emin oldum kesin "kelebek etkisi" oldu
otobana çıktık bir süre sonra şoför kafasını kaşımaya başladı. ben de araba sürerken uykum gelince öyle yaptığım için aynadan baktım. o da ne yüz ifadesi de uykulu gibiydi
şimdi bişey desem "2 hurma verdi diye ..." olacak
biraz daha gittik şoför durdu. elinde şişeyle inerken yanımdaki kadın "yanıyor muyuz yoksa" diyince şoför "yok yok başka bişey var" dedi... ben anladım tabi. yüzünü yıkadı geldi normale döndü
yolculuğumuzun sonuna doğru bir kız bindi. tam soförle benim aramda abisiyle konuşuyordu. "hani o merdivenleri çıkınca bir market var ya ordayım şu anda" dedi ve daha bişeyler ekleyerek yalanlar söyledi. komik olansa merdiven falan diyince abisinin gelmemesi kızın da buna kızması :)
banane tabi de kız inince şoför "gördün mü ya nasıl yalanlar söyledi kız" dedi. "evet duydum ben de" dedim. "yazık ya daha 15 bile değil" dedi "yalan söylediği belli olmasın diye anonsu kıstım" dedi, güldük
yani İstanbul'da sıradan bir gün işte
15 notes
·
View notes
Text
Ben kimsenin 2. Seçeneği olacak kadar şerefimi düşürmedim. boş bi umut olmadım kimseye. Zorla olan hiçbir şeyi hayatımda tutmadım.Küçük bir çiçekle mutlu olabilen bir insanım. Azın kıymeti yokluktan, sevenin kıymeti anlaşılmaktan, sevilenin kıymeti de kabul edilmekten belli olur. Bahaneler yalnızca sevmeyen ve sevdiğini sananlar içindir.. Zorla güzellik olsun diye ısrar eden biri hiç olmadım. Çünkü özel şeyler en özel gördüğü özelinde değer bilinir. Hiç birşeyim bu yüzden sıradan olmadı. Beni ben yapan bu düşüncelerim.önemli olan şey ALLAHA BAĞLANMAK, Sevdiği kuluna da gönül bağıyla bağlı kalmak, bağımlı olmak değil. Çünkü SEN GÖNLÜNÜ ALLAHA VER, ALLAH GÖNLÜNE GÖRE EN HAYIRLISINI VERİR. Mutlu olduğum bi anda kalbime hüzün düşünce, seninde birden dara düştüğünü hissedip, Avuçlarımda dua olup da ismini ve sıkıntıların için Allah'a hayrına dualar ediyorum. Çünkü senben olmadık. BİZ OLDUK, AYRI BEDENLERDE YAŞAYAN RUHİKİZİYİZ. Elhamdülillah Hakkın hikmet ve hidayet yolunda, ASIL HEP OLMAK İSTEDİĞİ ELİFİ BULDU. Sen Rabbimin bana bi armağanı oldun, her halin, herşeyin bana bi şifa ve ders oldun. Sabrım bile sevgime hayran sonsuzum.. Kişi sevdiği ile beraberdir. Allah sabredenlerle beraberdir ☝️Masum şeylerin kıymeti fani ömürlük kadar kalmamalı. Biliriz ki gerçek olan şeyler NET OLMAKTA GEÇER.Doğru olanı yapmakta akıl ve kalp arasında, açılan sabır Savaşı'nın sonucuna bağlı.PEKİ YA ALLAH SÂFİ KALPLE SEVENLERIN YANINDA OLMASI. ALLAHTAN UMUT KESİLMEZ YA , BİR ONA SIĞINDIM ONA GÜVENDİM, ONA TEVEKKÜL ETTİM. Ve HERŞEYİ GÖZE ALACAK KADAR SAFİ SEVEN VE NE O OLACAKSA HAYRIMIZA OLCAK DİYE ALLAHA TEVEKKÜL ETMİŞ, ALLAHIN BİR KULUYUM. YA RABBİM GÖNLÜMÜZE NASİP ETTİĞİN SEVDA ATEŞİ HAYIRSA BÜTÜNÜMÜZE SEN KOLAY EYLE. BİRBİRİMİZE DUYDUĞUMUZ MUHABBETİ ÖLÇÜLÜ VE DENGELİ EYLE, SENİN SEVGİNİ SENİ SEVENLERİN SEVGISİNİ GÖNLÜMÜZE SEVDİR, VE SENİ SEVENLERLE DÜNYADA DOST, AHİRETTE CENNETTE YOLDAŞ, PEYGAMBER EFENDİMİZE KOMŞU EYLE AMİN🥲🤲 Allah'ım razı olacağın dualarını gönlüme ilham eyle, ve beni ondan razı eyle. HER SABAH YANINDA HELALİN OLARAK UYANMAYA, SANA DERİN SAYGI İLE HOŞGÖRÜYLE SEVGİMİ GÖSTERMEYE, DÜŞSEK DE BİR KALKSAK DA BİR OLMAYA BENDE VARIM SENİNLE . SADECE ALLAHA GÜVEN VE HAYALLERİNİN GERÇEK OLACAĞINA İNAN VE ÇABALA Kİ ZORLA ELDE EDİLENİN KIYMETİYLE YAŞAMAYA, ÇÜNKÜ BU DÜNYAN AHİR ZAMANA, BİİZNİLLAH CENNETE DEK KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR ☝️♾️ Ölümsüz olan Ruhları sevenlere ne mutlu. ALTIN, USTASINDA DEĞER GÖRÜR, IŞILDAR 🌟
ALTININ DEĞERİ BELLİDİR KİMSEYE ALTIN OLDUĞU İÇİN ISPAT ETMEYE DAHİ, GEREK DUYMAZ.SENİN SEVGİNİ, SENİ SEVENLERİN SEVGISİNİ GÖNLÜMÜZE SEVDİR VE NASİP EYLE, DOSTLARINI ÖMRÜMÜZE YOLDAŞ EYLE, SONUMUZU DOSTLARINLA CENNET EYLE YA RABBİM 🤲🥲 AMİN. Allah'ım kalbime öyle güzel iman nuruyla aydınlatki beni görenleri Senin sevgine ulaşmasına vesile olayım 🤲amin
17 notes
·
View notes
Text
Benim için en dramatik olaylardan biri kendimin rahatlığı için tüm rahatlığımı tek bir yere akıtmamdır. Her şeyi belli başlı kurallar düzenine uydurup, bu düzene ölesiye sadık kalma çabamdır. Oysa tüm bu kendime yükümlülük edindirdiklerimi bir kenara bıraksam dünyayı daha yaşanılabilir kılacağım. Ne olmuş aylara, günlere ve saatlere bölünmüş görevlere ya da her şeyi yerli yerinde bulabilmek için önceden belirlenmiş rutinlere? Her sabahın ışığında tıraş olmayı terk etsem kalkıp kıyamet mi kopacak yahut her cumartesi evi temizlemeyi es versem kirle mi dolacak ya da her giysileri dolaba astığımda ütülü olmalarına, renklere ayrılmalarına, belli bir yöne bakmalarına, hatta kalkıp kodlanlamalarına dikkat etmesem etrafımı düzensizlik mi saracak? Niye her şeyi mükemmelliyete erdirmeye çabalıyorum bilmiyorum. İyi ve hoş olduğunu düşünüyorum. Tamam. Beni iyi hissettirdiğini de görüyorum. Ona da tamam. Fakat bunlar ilk zamanlarda böyleyken şimdi artık önünü alamıyorum. Tıraşın en iyisini olmalıyım. Yetmiyor, güzel kokularla bunu taçlandırmalıyım. Cumartesileri üstün körü temizlikle mi yetinilir? Dip köşe her yere bakmalıyım. Hatta bence gözden kaçırmamak için liste tutmalıyım. Ki ne kadar liste hayranı olduğumu bilen bilir. Bunu yapmamak için kendimi zor tutmaktayım. Elbise dolabı öyle sıradan bir düzene mi kurban gitmeli. Yetmez. Bence daha üstün kurallarla sınıflandırmaya sarılmalıyım. Hatta yüzlerce kıyafet az geliyor; binlerce kıyafet, yüzlerce aksesuar, onlarca elbise dolabı, bir de bunlar kadar da askılar almalıyım. Ama nereye kadar? Nereye kadar gidecek bu böyle? Gücümün sınırına mı? Bence gücümün sınırında dolanmaktayım. İp gerildikçe geriliyor. Köprüden sesler duymaktayım. Yakındır, çok yakındır ip kopacak ben de yıkılacağım.
7 notes
·
View notes
Text
Selamlar.
Epey şey değişti, değişmeye devam ediyor blabla. Eskilere bakarken buluyorum kendimi şimdilerde onca şey değişirken. evlendim epey oldu hatta inanır mısınız baba dahi oldum. bir oğlum var. ve de ben bunların tam olarak neresindeyim bilemiyorum. 15 yıl içtiğim sigarayı bir şeyler değişmeli diyerek tekte bıraktım, 1 buçuk sene oldu.
bazı şeyleri kaybetmenin verdiği korku hiç bir şeye sahip olamayacakmışım ve de hiç bir şeyi haketmiyormuşum gibi yaşamama sebep olmuş, öyle hissettirmiş. bir şeylere sahip olmaya hakkım yokmuş gibiymiş. plansız programsız. savrulurken tutunduğum küçük dalgaları koydum üst üste. epeydir ayık değilim. epeydirden kastım yıllardır. kaybolmak istedim kayboldum. kimse bulamadı. bulunmak istemedim.
Ölüyoruz ve de öldürüyoruz en güzel düşüncelerimizi saniyeler içerisinde. Geçenlerde kafam güzelken düşünmüştüm -her zamanki gibi- sanırım iyi bir insan olma çabamızın nedeni ölüm korkusu ya da başka bir şeyden ziyade her an hayatlarına dokunarak geleceklerini şekillendirdiğimiz insanların; hayatlarını daha yaşanabilir kılabilmiş olmayı istememiz olmalı. Olmasa bile daha asil bir şey. Şuan anlamadığını biliyorum ama anlayacaksın. ...
Hayatımın farklı bir evresine girerken nadir de olsa yaptığım doğru şeylerden biri olan yazmaya geri mi dönsem acaba diye düşündüm. bilmiyorum, public ve anonim olmadan tekrar yazabileceğimi düşünmediğim için bırakmıştım. ama bakalım.
çığlık atarcasına yaşa olur mu oğlum. ben uçlardaydım ama hayata bağlanma dürtüm her zaman sınırlar çerçevesinde tuttu beni. büyük yıkımlarım da olabilirdi büyük patlamalarım da. ama ben sıradan bir hayatı seçtim, biraz da vicdanım beni rehin aldı. sana sahip olabilmek için. şimdi farkediyorum. beni tanı, benimle gurur duy, kozmik ve doğa olayları neticesine yarın yanında olamayabilirim ama baban nice galaksiler patlattı oğlum. bir kulağım, bir gözüm ve binlerce elim her zaman üzerinde. kalbim ne kadar kırıldıysa o kadar büyüdü. ne kadar çaldılarsa o kadar da ben verdim kendimden. benden giden gitsin ben yıkılmam, bir rüzgarın saçlarımı savurması kadar olur ancak bunca curcuna. o kadar küçüksünüz ki; bir buğday tanesi bile daha dik durmaya dirençli her birinizden. erdem güzel bir isim. hiç bir şey bilmiyorsunuz. neler yapabileceğimi biliyordum, ama onun yerine çentik atmak istedim. çünkü bazı çentikler asırlarca kalır ve tarihi bile değiştirebilir. çocukken, ellerime bulaşan kanlarla haykırırken kazındı bugünler. her gün, her birinizi. anıyorum. kaosun içinde olabilecek tek bir pattern vardı, ve de olabilecek bütün olasılıkların en küçüğünde. sıy-rıl-dım. bir dalım ben ardıç ağacında. milyarlarca dallar arasında. her birinde gezindim izinsizce. biraz da olsa torpilim vardı kendimden verdiğim rüşvetlerle. senin için. nefes al, nefes ver. nefes al, nefes ver.
2 notes
·
View notes
Text
"Avuçlarımda Saklı Bir Hikaye: Dokunuşun Sessiz Yankısı"
Yüzünü avuçlarımın arasına almak, bilirsin, bu öyle sıradan bir eylem değil. Biraz şiir gibi, biraz da öyle içe dokunan bir şarkı gibi. Sanki her dokunuşta kalbime bir damla umut damlıyor, ama aynı anda içimde koca bir hüzün dalgası yükseliyor.
Hani sen de bilirsin ya, bazı dokunuşlar vardır, hem sevdirir kendini, hem de kaybolur avuçlarında. İşte öyle bir şey. Senin yüzüne her dokunduğumda, hem geçmişle vedalaşıyorum, hem de geleceğe tutunmaya çalışıyorum.
Sana dokunurken, o ince çizgilerde kayboluyorum, her biri bir hikâye, her biri bir yara. Ve belki de en çok o yaralara dokunuyorum, çünkü en çok orada tanıyorum seni.
Ellerimdeki bu sıcaklık, sadece bir mutluluk değil; biraz yalnızlık, biraz da eksiklik var işin içinde. Çünkü sen ne tam varsın ne de tamamen yoksun, ve ben her dokunuşta, o aradaki boşlukta yaşıyorum.
Bu, tüm mutlulukların ellerime inme şekli değil belki, ama tüm özlemlerin izini bulma hali, ve her dokunuşta biraz daha kendimi kaybetme biçimi.
(Soner GUMUS)
#sevgi#aşka dair#aşk acıtır#sevgiliye sözler#aşk ile#edebiyat#aşk#insan#şiir#universeenergy#Dokunuş#SessizHüzün#AvuçlardaKalan#MelankolikAşk#YarımKalanHikayeler#ŞiirselAnlar#Hissetmek
5 notes
·
View notes
Text
Yalnızlığı kaçınız bilir bilmem. Ama ben çok iyi bilenlerden biriyim. Ben yalnızlık derken, öyle aileden uzakta, bir evde yalnız yaşamaktan bahsetmiyorum. Bazen etrafınızda binlerce insan varken bile yalnızsınızdır. Aileniz ya da arkadaşlarınız olsa bile bazen, bazı şeyleri sadece kendinize anlatırsınız. İçinize atar, kendi içinizle konuşursunuz. Genelde "nasılsın" sorusuna "iyiyim" cevabını verirsiniz ama aslında iyi değilsinizdir. Sadece her şeyi içinizde yaşıyorsunuzdur. Kimse bilmeden ve kimseye göstermeden. Aslında Yalnızlığı seven çoğu kişinin istediği şey de budur. Kimse tarafından fark edilmemek. Yalnızlığı iliklerine kadar yaşamış biri olarak söylüyorum bunları. Yalnızlık çok başka. Aslında bakarsanız yalnızlık sizi seçmez. Siz gidip onu seçersiniz. Bunu isteyen sizsiniz aslında. Ben yalnızlığı seviyorum diyorsunuz bir yerden sonra. Aslına bakarsanız şöyle düşünüyorum. Şu an yalnız olan çoğu insan için de böyle olduğunu düşünüyorum. Önümüze bazı şeyleri altın tepside bile serseler sanırım biz yine gider en sıradan tepsiden yalnızlığı seçerdik. Herkes adına konuşmuş gibi olduğumun farkındayım. Bana dönüp: "yalnızlığı sevmiyorum ben" diyenleriniz çıkabilir ama ben yine de yalnız olan çoğu kişinin yalnızlığı seçtiğini düşünüyorum. Şundan bahsetmiyorum. Yalnızlık mükemmeldir ve her şeyiyle çok güzeldir demiyorum. Evet ben yalnızlığı seviyorum. Tabii ki acıtan tarafları da var. Bazen "yalnızlığı seviyorum ya ben" dersiniz, bazen de "of çok sıkıldım bu yalnızlıktan" diye sitem edersiniz kendi kendinize. Sitemin sebep şudur; konuşacak kimseyi bulamamak. Kendimden biliyorum ki yalnız insan öyle herkesle bağ kuramıyor ve samimi olamıyor. Çok sevdiği ve çok nadir yanında kendini rahat hissettiği insan vardır. Çoğunlukla birine kendini anlatmaya çalıştığında karşı tarafı rahatsız ettiğini düşünür. Bu duyguları çok iyi bilirim. Ama yalnızlığın güzel taraflarından biri, kimse sizi bilmiyor. Kimse sizinle uğraşmıyor ve çoğunlukla kimse size "nasılsın?" diye sormuyor. Bu da istediğiniz şeyi istediğiniz kadar düşünebilme fırsatı veriyor. Bu duyguyu seviyorum. Kimsenin odağı olmamak hoşuma gidiyor.
2 notes
·
View notes
Text
Çok marifetli biri değilim ,
Öyle övüne övüne anlatabiliceğim bir özelliğim de yok ...
Öyle akıllıyım böyle zekiyim diye ,
Çoğu gibi , elimin on parmağında on marifet olanlardan da değilim...
Baklavayı sarmayı, off şöyle iyi yaparım ,
Öyle iş yapar , böyle dikiş nakışta ustayım gibi gibi..
Yardılıştan böyle dümdüz sıradan biriyim . .
Ama hiç de yok değil şahsıma münhasır şeyler,
Mesela ,
Salaklıkta yarışılsa bayrak tutarım en önde açık ara farkla...
Saflıkta sızma zeytinyağını aratmam kimseye ,
Hatta bazen su katılmamış cinsten...
İyi niyet deseniz offf , istemediğiniz kadar gani bende...
Ha bir de güzel Kaybederim
Hayatın her kulvarında ,
Maddi manevi o biçim hemde ...
Dedim ya bendeki meziyetler övünülecek türden değil ,
Dövünülücek türden çoğuna göre ama ,
Oturup ağlayamam böyleyim diye,
Ben böyle mutluyum hem kime ne ...
Seviyorum kendimi tüm eksiklerimle ,
Sevmeyenler de fazla üzülmesinler ,
Nasıl olsa iyiler bu hayattan hep erken giderler ...
Alıntı
10 notes
·
View notes
Text
Bilmem öyle delice sevmeleri
Katıksız…
Bir çift gözde kaybolmak ta neymiş ?
Anlamsız yaşarım hayalleri,
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Kalp çarpıntısı nedir ? anlamam.
Aşkın sesi titretmez nefesimi,
Dalıp gitmem sonsuz hayallere,
Hiç yaşamam bahar mevsimi.
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Elimi avuçlayan bir el özlemedim hiç,
Saçımda dolaşan bir nefes…
Bu kalp şaha kalkar mı bende ?
Kanar mı böyle derin ve ince ?
Bilmem… Benim hiç SEN im olmadı ki…
Uzun saatler beklermiyim aşkı kapımda ?
Sonsuz acı ıdır bu özleyiş ?
Yarin yüreğini duymak mıdır ta derinde ?
Issız bir köşede ve yapayalnız…
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Dilim susar ,aşk sözleri yok lugatimde,
Ne kadar sıradan, haince…
Bulamaz mıyım O’na diyecek bir tek hece?
Adını ta içime çeke çeke …
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Herşeye sırtımı dönerim de ben ,umarsız…
Sevgiye aç mı kaldı ruhum hoyrat ellerde ?
Bu hayat benim mi ? Kim bu aynadaki ?
Ne çabuk geçti yıllar,sen sendemiydin deme!
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Gülüşü bir yaşama bedel mi ? Bu mu yar ?
Bakışı da öldürmeyen bir kurşun öyle mi ?
Ağlamayı unutmuş gözlerde nem mi var ?
Dinle…Susmuyor mu içimdeki çocuğun sesi ?
Bilmem…Benim hiç SEN im olmadı ki…
Aşkla hüzün kardeş mi yoldaş mı böyle ?
Biri böyle mi vicdansızca hayatı geçirir ele ?
Güç tükenir hayal mi devam eder ? Söyle !
Nasıl diyeyim seni delice seviyorum ! diye ?
Bilmem… Benim hiç SEN im olmadı ki…
Oldu mu SEN söyle !!!
Mehmet Yücel
49 notes
·
View notes
Text
ben en son gözleri ne zaman dolmuş hatırlamayan, hiç şiir bilmeyen, yolda yürürken bir çocuğun bile tebessüm etmediği hatta kalıbımı basarım ki hayatları boyunca bir kere bile birine seni seviyorum dememiş insanların karşısına geçmiş aşk diye senden bahsediyorum, soruyorlar bana diyorlar ki kim o yağız oğlan nasıl biri ne yaptı da yaktı seni, yok diyorum hangi insanoğlu yakabilir beni bir kere hangi cesaretle bana elinde ateşle uzanabilir- bak bana. öyle sıradan birine bakar gibi değil, güzel bak yanmış birine mi benziyorum yanık mı kokuyorum elimde yüzümde yanık izleri mi var sen babam değilsin ki beni niye yakasın, benim niye canımı acıtasın
3 notes
·
View notes
Text
Alevsiz Mum - 1.Bölüm - Part 4
Bunlardan en çok tekrar ettiği ve benimse ezberlememe rağmen hâlâ kabullenemediğim, "Sen her şeyin en güzelini zamanı geldiğinde yaşayacaksın." telkiniydi.
Eğer zaten her şeyin en güzelini yaşayacaktıysam bugün yaşadıklarımın en güzelleri neden başıma gelmiyordu? Neden kötü şeyler yaşıyordum? Güzel şeylerin varlığı bana masallarda anlatılan yaratıklar gibi geliyordu. Tıpkı devler, periler ve ejderhalar gibiydi benim için sevmek, sevilmek ve önemsenmek.
Psikoloğuma bunları söylediğim zaman aldığım tek cevap, "hayata böyle bakmamam gerektiği" ve "nasıl bakarsam hayatımın o şekilde şekilleneceği" oldu. Fakat ben hiç karamsar biri olmamıştım ki...
Ben hep bir kamera sessizliğinde kendi hayatını bazen tam ortasından, bazense kenarda durup izleyen ve olanları kabullenen, kabullenmek istemese de yapacak bir şeyi olmayan biri olmuştum. Ve daima bombalanan şehirleri, yıkılan binaları ve ölen ve ölmekte olan insanları çeken bir savaş muhabirinin kamerası nasıl yıkım ölüm ve kıyımdan başka bir şey göremiyor, düşünemiyorduysa; ben de öyleydim.
Bakış açım, daima yalnız olduğum, yalnız kalacağım ve karanlıktan başka huzur bulabileceğim bir yer olamadığı üzerine kuruluydu. Fakat bunun nedeni zamanında yaşadığım travmalarım değil, bu zamana kadar yaşamış olduğum, çabalarımın her seferinde boşa çıkışının bende oluşturduğu hayal kırıklığı ve öğrenilmiş umutsuzluktu.
Evet, ben tıpkı aynı fanusa konan köpek balığının diğer küçük balığı ne olursa olsun yiyemeyeceğini çok fazla denediği için başaramayacağını öğrendiği deneyde olduğuna benzer şekilde umuttan yoksundum.
Çabalarım hep, en başta hiç anlaşılmamak ve sonrasında alay konusu olup oradan uzaklaşmak zorunda bırakılmakla sona eriyordu.
"Öyle bir şey yaşadıysan, senin tam tersi karanlıktan korkman gerekmiyor muydu?" En çok duyduğum cümle buydu. Fakat annem beni dolaba kapattığında, dövemezdi. Bu da canımın yanmayacağı, sadece karanlık ve dar dolabın içinde biraz sıkılacağım anlamına geliyordu. Fakat dolabın dışında annemden dayak yediğim zaman, acısı günlerce geçmediği gibi, acı içinde olduğumdan dolayı yediğim dayak da azalmıyordu. Bu yüzden dolabın içi ve içindeki karanlık benim için aydınlık bahçelerden daha güvenliydi.
Sonunda parka geldiğimde, kulaklığı kulağımdan çıkardım. "İşte başlıyoruz..." diye düşündüm kendime umut ve cesaret verme çabası içinde.
Etrafıma şöyle bir baktığımda, gayet alışılagelmiş basit bir park manzarası vardı karşımda. Kimi ailelerinin gözlemi altında, kimiyse aileleriyle beraber oyunlar oynayan çocuklar, onların yanında bulunan aileleri, bunlardan ayrı olarak spor yapmaya gelmiş veya oturmuş sohbet eden birkaç yaşlı insan ve hepsinden uzakta onları umursamadan kendi köşelerinde uyuyan birkaç sokak köpeği...
Normal bir insan için korkulacak hiçbir şeyin olmadığı, sıradan, hatta kimisine huzur bile verebilecek, normal bir ortamdı.
Gözüme gelen güneş ışığı bana normal biri olmadığımı hatırlattı. Güneş'i arkama almaya çalıştığımda parka da arkamı dönmüştüm. Şimdi ise yolun karşısında çalışan esnaf dükkanlarını izliyordum. Duyduğum araba sesiyle tüm vücudumla o tarafa döndüm ve tüm dikkatimi ona verdim. O sırada parkın yürüyüş yolunun üzerinde durduğumu fark etmemiş olduğumdan dolayı koşmakta olan bir çift pahalı görünen ayakkabıları ve ucuz ve işe yaramaz olduğu bariz naylon eşofmanlarıyla hızla yanımdan geçince korkuyla kendimi parkın dışına doğru attım.
Kendi kendime "Burada yarım saat panik atak geçirmeden durmak, düşündüğümden daha zor olacak." Diye düşünürken istemsizce yanımda ne olur ne olmaz diye getirdiğim sakinleştirici hapı koyduğum kabı sıktım. Fakat "Sakinleştirici hap bir çözüm değil, kaçış yolu." demişti psikoloğum.
Kaçmak ise sadece yakalanmaya mahkum olanların seçtiği bir çözümdür. Çünkü, kendinden kaçamazsın; bu da seni eninde sonunda tekrar yakalanmaya mahkum eder. Bu yüzden kaçmaya çalışmak yerine, kendinle ve etrafındaki diğer her şeyle teker teker baş edebilmeyi öğrenmelisin." Diye de eklemişti.
Fakat sözleri bana doğru geldiği kadar, reflekslerime işlemiyordu. Bu yüzden her ne kadar artık kaçmak istemiyor olsam da, kaçma dürtüme ve korku anındaki reflekslerime engel olamıyordum.
İlacın yanında psikoloğum bana bir de kağıt vermişti. Bu, parkta yapılacaklar listesiydi. Ve hayır, kaydıraktan kayıp salıncakta sallanmama izin yoktu. Henüz... Çünkü kontrol edemediğim hareketlere mecbur kalmak da panik atağımı tetikliyordu. Ve bir kez sallanmaya başlayan bir sandalyede oturmak kesinlikle bunlardan biriydi.
(Düzenli yazamadığım zaman, daha uzun yazmaya çalışarak kendimi affettirmeye çalışacağım. Umarım kabul görür. Okuduğunuz için teşekkür ederim 😊 Yorumlarınız beni çokça motive eder 😊🤭)
2 notes
·
View notes
Text
ALINTI
‘İnsan düş kurarken bir tanrı, düşünürken ise bir dilencidir.’
-Hölderlin
Pencereden bakıyorum. Yağmur, tane tane vuruyor camlarıma. Bunu, hayli sıradan bir cümle olarak kurabilirim, ama bugün bunu başaramıyorum. Sıradan bir doğa olayının sıra dışı bir tabloya dönüştüğü noktadayım. Günlerdir kıçı kırık bir dergiye öykü yetiştirmek meşguliyetindeyim. Sağdan soldan hikayeler topluyorum kafamda. Bazen el ele yürüyen basit bir yaşlı çifte bakıyorum, bazen sevişen iki sokak kedisine. Bazen parkta oynayan çocuklara ve bazen de o çocukları izleyen bankta yalnız oturan adama. Hiçbir şey ilham vermiyor. Çünkü aşık oldum ve henüz on dokuz yaşımda.
Sanki aşık olursam hayatımın sonu gelecekmiş gibi köşe bucak kaçtım bu duygudan. Lisede tek bir erkeğin bile benimle samimi olmasına, bana yakınlık göstermesine müsade vermedim. İnanmazdım da zaten aşka. Ama üniversiteye geçince daha doğrusu onu görünce işler biraz değişti. Kendimi bir anda derin bir çukura düşmüş buldum. Hayatım boyunca sağdan soldan topladığım hikayeler üzerine düşler kurarak daha güvenli bir ortamda -aklımın içinde- aşk ve sevgi gibi basit düzey insan ihtiyaçlarımı karşılayabileceğimi sanıyordum. Ama sonraki kelimenin kaderi kimin elinde öğrendim. Yaşamak gibi düşlemek de boyun eğmekmiş. O halde düştüğünü hatırlamakla yetinecekmiş insan. Çünkü çukur bizi hep unuturmuş.
Hatırlıyorum işte. En zoru da bu ya. Mesela seninle Hisarüstü’nde yürüdüğümüz o geceyi hatırlıyorum. Yerde gördüğün çocuk atkısını üstüne basmasınlar diye kaldırıp bir bankın üstüne koydun. Belki sahibi olan ‘çocuk’ döner alır diye. ‘Çocuk atkısı olmasa almazdım’ dedin. O anlarda bu dünyada ‘sevmek’ denen eylemi en iyi yapan kişi olduğunu düşündüm. Yine o anlarda sevmek denen eylemin en güzel de sana yakışacağını düşündüm. Basit çocuksu hallerin, kaldırım kenarında yürürken ‘dikkat et düşeceksin’ derkenki endişeli sesin, bana yalanlar söylerken suratının aldığı o masum ifade… Hepsini hatırlıyorum işte.
Sana aşık olmak fikrinin başından beri yanlış olduğunu da biliyordum. Söylediğin her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğimde bu düşüncem yerini buldu fakat ben bu şekilde vazgeçmek istemedim ki senden. Ben, beni sevmeyeceğinin bilincinde, bu aşkın karşılık bulamayacağını kabul ederek yavaş yavaş vazgeçecektim senden. Beni bir yalanda yaşattığını nereden bilebilirdim.
Babam anneme yalanlar söylemeye başladığından beri inanmadım hiçbir erkeğe. Başından beri lafı dolandırsam da asıl sebebi bu sürekli aşktan kaçmamın. Gözümü açtığımda gördüğüm ilk erkeğin yalan kavramını bana öğretmesi, kalan yaşamıma güven problemleriyle devam etmemi sağladı. Annemin de göz göre o yalanlara inanmasına içten içe sinirlendim ve asla hiçbir erkeğe inanıp kalbimi kırmasına izin vermeyeceğime dair kendime söz verdim. Sonra tuttum inanmak için seni seçtim. İyi de bir bok yedim.
Kaç kere yazdım. Önce inanmak terk ediyor bizi, sonra sevmek. Koruyoruz, çatırdıyoruz. Ne görmüş geçirmiş bir yaprak gibi romantik düşmemiz, ne kesilen bir ağaç gibi heybetli. Öyle uyuzlaşarak, kaşınarak, kendi seçimlerimizin yükünde ezilerek, pişmanlık gibi yani telafisi mümkün olmadan düşüyoruz. Düşmek ve üşümek ömrün nehirleri oluyor. Geri kalan her şeyi üstünde taşıyoruz. Bıraksam yükünü çocukluğumun ben de kuş gibi uçabilirdim. Kim bilir. Ya da belki de bundan daha derininde durmuş bir toprak olup biri üstüme bassın diye Allah’a dua ederdim.
Acının büyüğü yaşandığı anda acıtmayanından çıkıyor, biliyorum. Sana aşık olmadan önce ve yine eğer sana aşık olmasaydım senden sonra da kendime böyle güzel acılar bulurdum sağdan soldan. Onları yazardım şehvetle, anlatırdım, inanırdım, inandırırdım. Bu kadar korkmasaydım, tekrar aşık olmaktan. Diriltirdim geçen zamanları, mutluyu mutsuz, şanslıyı şanssız yapardım. Gelecek tanrınınsa geçmiş insanınmış, anlardım. Hiç değilse bir yanını tutmak mümkün olsa zamanın, böyle elimde bilet dünyanın kapısında kalmazdım.
Haddinden fazla duygusal görünmeyi her ne kadar kabul etmesem de, beni böyle biri olarak görmeni göze alarak sana defalarca aşktan bahsettim. Çünkü birine, kendi benliğinin dip sularını karıştıracak kadar sevgi duymak insanın algılarını açıyor. Dinamitlenen bir mağara duvarının yıkılışı gibi açılan kocaman oyuklara yeryüzü ve gökyüzü doluyor. On dokuz yaşında biri için, dinamitlenmek hem korku hem de umut getiriyor insana. Ya da yirmi dokuz, otuz dokuz, kırk dokuz… Fark etmez. Yetişkinsindir artık, artık dünya hallerinden haberin vardır. Orhan Veli’nin deyimiyle büyümüş, işsiz kalmış, aç kalmış, para kazanman gerekmiştir ve insanların içine girip, insanları görmüşsündür. Karşı binanın bacasında dikilen martıya bakınca, kuş türlerinin serüveni düşer aklına. Bilgin vardır gelene, gidene ve gelmeyecek olanlara dair hayatta… Kalbininin, seni durmadan kandırmaya çalışan bir soytarıdan ibaret olduğunu bilirsin. En büyük kararlarda ona güvenmemen gerektiğini ve seni huzursuz eden bıçakların ne olduğunu ona sormanın hata olacağını bilirsin. Bu yaşa kadar kirler ve kodlamalarla dolu olan kalbin, sadece kendi mevcut halini korumaya çalışan ve elinden gelse seni kuru kuru yaşatıp gebertecek kadar bencildir. Bunu bilirsin.
Bir rüzgara baktığında zihnin, bunun küçücük ve klişe bir doğa olayı olduğunu söyler. Oysa on dokuz yaşında ve aşıksan, rüzgar duştan çıkmış sıcacık bedenlerle ısınan, sonra da balkona asılan bir çift havluyu üşütmektedir. Odanın penceresinden izlediğin bu birkaç saniyenin sana bunları hissettirmesi için bedel ödemek zorundasın. Tıpkı benim gibi. Ama şiddetle tavsiye ederim.Yoksa hayatın dedikodulardan, anlattığın yalanlardan, fiş ve faturalardan, her gün yeniden başlayıp gün sonunda mutsuzluk içinde kaybedeceğin yarışlardan ibaret olur. Hayata karşı aşk duymazsan, hayatın sana dair bir şey olmaktan çıkar. Rüzgar sadece rüzgara dönüşür.
Bir çizgi film karakteri olan Cedric her bölüm şöyle der; ‘’sekiz yaşındaysanız ve aşıksanız hayat çok güzel.’’ Hölderlin ise şu cümleyi yazmıştır; ‘’Çocuk, barış durumundadır. Kendi karşısına kendi düşmanı olarak çıkmamıştır daha.’’ 19 yaşındaysan ve aşk duyabiliyorsan, hem Cedric’i anlarsın hem de Hölderlin’i…
6 notes
·
View notes
Text
Geceyi ateşe veriyorum, gözlerinin kasırgasında.
Gönül borcum var, geçmiş zamanlara...
Harcamak istiyorum ,tüm, tümceleri..
Nasıl bir adaletsizliksin sen böyle..
Ve ben, nasıl inadına, aşkına eşkiyayım öyle..
Hatıraların arasına sıkıştırılmış ,kurumuş gülüm müsün.
Sesin soluğun çıkmıyor,
Sağmısın, ölümüsün..
Kimseye göstermeye kıyamadığım, jilet lekem misin.
İllegal zamanların,legal direnişimisin..
Ve ben sokakta mendil satan kimsesiz adammıyım senin gönlün de..
Senin ile hiç alakası olmayan, uzaktan dâhi tanımadığın bir günahın,masum çocuğumuyum yüreğinde..
Yıldızları kucaklamışım, gözlerinde...
Dünyayı kollarımın arasına almışım.
Gelmişim , kaybettiğim saç tokanda takılı kalmışım.
Konuştuğun da mazide ki hata olmuş , adım..
Sustuğunda , her hangi sıradan biri,ismim..
Cismimin hayallerin deki rengi, kül rengi gri..
Ne zamandan beri, batıdan doğuyor bu sabah güneşi..
Senin yüzünden,
Geceyi, mahpusa koymuşum.
Maziyi ,koynuma doldurmuşum.
Ama gem vuramamışım yinede, umutlara..
Gönlüm deli taylar gibi.
Başını alıp gidiyor sarı çiçekli kırlara...
Ayak sesleri tak ,tak, çınlıyor kulaklarım da.
Toza dumana katıyorlar yüreğimi..
Üstüme basa basa koşuyorlar dört nala..
Satıyorum yüreğimi ekmek davasına.
Gün tepeye gelmeden yetiştiriyorum
Tazecik simitlerimi..
Ve sonra karşıya geçip seyrediyorum.
Hayatımı,alt yazılı bir film gibi.
Bu filmde başrolü erkenden öldürmek zorunda kalacağımı nereden bilirdim.
Sessiz şiirlerime, ismini bile koyamayacağımı,
Nasıl yazabilirdim.
Bir gece masumca koynuma almayı düşler iken,
Gecenin koynundan,seni zorla koparmaya çalışacağımı nasıl anlatabilirdim.
Sorsalar yine iyiyim der, geçerim.
Şimdi ben gittiği gün bitti diyenlere ne derim.
Bişey diyemem,
Beceriksiz şairim yine.
Diyeceğim bir şey varsa,
Oda,
Herkesin sevdası kendine..
Recep altın.
9 notes
·
View notes
Text
Anne daha yeniden beri ağlıyorum hıçkıra hıçkıra eğer biri beni görse derki şu kıza bakın Allah rızası için. Facebook'da senin ve babamın yan yana resmini buldum sen çekmişsin hani boşandiginizdan sonra barismistiniz ve bize geliyordun ya bazen işte o zaman cekinip atmışsın 25.05.2021 anne ikinizi yan yana görünce öyle garip oldum ki ben. Öyle ağladım ki. Yüreğime taş attılar benim. Kalbimi ezip parçaladılar sanki. Anne çok güzelmissin. Çok çok guzelmişsin annem Sarı uzun saclarin o kadar güzelmiş ki yüzün gözlerin. Şimdi ise o kadar çökmüssün ki tanınmayacak haldesin. Yanımda olsaydın annem olsaydın sana çok iyi bakmaya çalışırdım. Güzelliğin gitmesin diye. Sana o sarı ne git başra renk yap yakışıyor mu dediklerinde ben beğeniyorum ya derdin. Hakliymissin annem çok güzel duruyormus. Bende sarıya boyadım biliyor musun. Hani senin sarı papatyanim ya tam o oldum. Anne sana sarılmak istiyorum anne çok istiyorum çok özlüyorum seni. Bana yaptıklarına babama yaptıklarına rağmen dayanamıyorum tenini çok özledim annem toprak değmeden önce sen değ tenime lütfen. Toprak beni kucaklamadan sen kucakla. Eğer yanımda olsaydın kimse kıramazdı kalbimi, kimse üzemezdi küçük yavrunu ama şimdi o kadar uzaklardasın ki ne sesim yetiyor sana kendimi duyurmaya ne de ellerim uzanıyor ellerini tutmaya… demişler. Anne yüreğim dayanmıyor. Yaşıyorum ama öylesine günlerim geçsin diye. Düzelmiyor hicbisey güzel gelmiyor benim beynimi yanlız bırakmıyor olanlar beynimin içinde bir sürü insan var ve sürekli konuşuyor bana hatırlatıyor her şeyi. Gelip sustur onları ben konuşayım artık ben yapamıyorum gücüm yetmiyor lütfen sen yap. Anne niye yaptın bunu neden kıydın anne ben çok küçüktüm ben çok küçüktüm. Sarı papatyalar aslında tek sevdiğim çiçektir. Oyy sarı Papatyam benim diye bağrına bastirdigini asla unutmam anne olmuyor nefes alamıyorum artık. Sen gittin benim de nefesimi kestin,yaşam hefesimi kestin beni bitirdin anne sen. Ben artık ölümü bekleyen ve beklerken susup düzene uyan sıradan bı kızım. Dayanamıyorum anne olmuyor. Allah'tan isteğim biran önce alması beni yanına. Özleyeceğim iki canımdan çok sevdiğim yigenim var birde sen...
6 notes
·
View notes
Text
2023 ben: hayatının bi parçası gibi olacak...
2018 ben: nasıl otobüste gördüğüm sıradan biri işte karşıma bile çıkmaz bidaha...
2023 ben: öyle kalmayacak işte...
13 notes
·
View notes
Note
sillagen ne demek nasıl boyle kullanici adlari buluyorsunuz ben ne alacak olsam onceden alinmis oluyor
Ben burada aktif olduğumda hercaibnb idim sonra bana senin gibi anonim olup bunu değiştir diyip duruyorlardı. Hercai sana uygun değil diye. Ben de senin gibi kullanıcı adı hiç bulamam. Bir post attım bana kullanıcı adı önerin diye. Anonim biri dedi ki sillage yap. Ama öyle alamadım dedim sonuna dedi "n" ekle dedi.Bu kelimenin anlamı yani Sillage'nin "kokunun izi" demek. Sevdiğin ya da sıradan biri gittikten sonra ortamda kalan kokusu demek bir yandan olduğunu öğrendim hoşuma gitti. Aldım adım oldu öyle işte
5 notes
·
View notes